DOĞU KARADENİZ GEZİSİ 2. GÜN: SÜMELA MANASTIRI VE UZUNGÖL

    Doğu Karadeniz gezimiz bence 2. gün başladı. Çünkü dinlenip kendimize geldik ve gezmeye başladık. Hava çok sıcak ve nemli. Sümela Manastırı’nı gezip Uzungöl’e gitmemiz gerekiyor. O yüzden 8’de yola çıktık. Manastır’a girişler 9’da başlıyormuş ve önceden gidenler kuyruğa girmeye başlarlarmış, hatta arabanıza yer bulamayabilirsiniz diye gözümüzü korkuttular. Çünkü araba bırakıldıktan sonra yaya olarak yürüyüş başlıyormuş. Ama dedim ya, erken gitmemizin sayesinde gidilebilecek son noktaya kadar arabamızla gittik. Yürüyüş için de kıyafetlerimiz uygun olduğundan patika yoluna tırmanmaya başladık.

    Patika korktuğum kadar zorlu değildi. Çünkü basamaklandırılmıştı ne bu da tırmanmayı çok kolaylaştırıyordu. Bir tarafı da korkulukla korunuyordu. Ara sıra karşınıza çıkan yerel sanatçılar kemençeleri ile kulağınızın pasını siliyorlardı. Oldum olası Karadeniz ezgilerini çok sevmişimdir.

Etrafta hala yeşillikler, sarmaşıklar, gölge yerlerde yosunlar mevcuttu.

 Ağaçların çoğunun köklerini toprağın yüzünde görmek mümkündü.

Tepeye vardığımızda manzara muhteşemdi.

   Tek problem bir kısmının ziyarete kapalı olması idi. Taşların içine oyularak yapılmış bir yapı, bir de uğraşıp duvarlarını resimlerle doldurmuşlardı. Ziyarete gelenler de boş durmamışlar, onlar da kendi imzalarını bırakmışlardı. sakın benim de oraya imza bıraktığımı sanmayın, ben sonradan fotoğrafın üzerine imza koydum.

  Aşağıya inerken yukarı çıkan kalabalığı görünce erken çıkmakla ne kadar iyi ettiğinizi bir kere daha anlıyorsunuz. Hem çıkılan alanın dar olması hem de gezilen alanın küçük bir alan olması sebebiyle o kalabalıkla yukarı çıkanlar bizim kadar memnun kalmamışlardır sanırım.

   Öğleye kadar Sümela gezimizin tamamlanmasından sonra Of üzerinden Uzungöl’e doğru yola çıktık. Yol üzerindeki Kiremitli Köprü gezilmesi gereken yerler arasında idi. Ama hiç böyle bir köprü beklemiyordum. Daha eski, daha dar, farklı bir yer bekliyordum. Oysa üzerindeki kiremitli çatı yüzünden böyle bir isim verilmiş bir köprü idi. 


Zaman ilerlediği için karnınız hafiften acıkıyor. Henüz Uzungöl’e varmadığımız için biz de karpuz molasını burada verdik. Henüz açılmamış olan tesislerde karpuzumuzu kesip yedik. 
Bu kısa moladan sonra yolun sonu sizi çok güzel bir göl manzarasına getiriyor. Gölün etrafını yürüyerek dolaşabiliyorsunuz. 
Ama bizim gibi ağustosun en sıcak günlerinde gitmişseniz bu sizi zorlayabilir. Mutlaka güneşe karşı önlemlerinizi almanız lazım. Arabanızı park edebileceğiniz yerler var, arabayı bırakıp yaya olarak gezerek manzaranın keyfine dalıyorsunuz. 
   Gölün çevresi lokantalarla, otellerle ve pansiyonlarla kaplı. Burada alabalık yeniliyor. Biz de tamamen tesadüfi olarak seçtiğimiz bir lokantada (Migron Restaurant) alabalık yedik. Tereyağlı ve ızgara seçenekleriniz var. Tamamen damak tadına bağlı, ben tereyağlısını sevdim, eşim ızgarayı beğendi. Balıklar bizim burada yediklerimize göre biraz daha küçükler. Ama lezzetli bir balık yemiş oluyorsunuz.  
   Bir de Laz Böreğinin tadına baktık. Yine Karadenizliler esprilerini yapmışlar ve tatlının adını börek olarak koymuşlar. Değişik bir tat, bence denemek lazım. 
   Bir sonraki gün gezimiz Ayder’e kadar uzayacağı için akşam Rize Çayeli’nde kalma planımız vardı. Rize içinden geçerken de orayı gezmemek olmaz. Gezi planlarında gözüken Rize Botanik Bahçesi’ni gezmeden olmaz diye düşündük ama ne yazık ki burası henüz Rizeliler tarafından bile doğru düzgün bilinmeyen bir yer. Rize’nin o dar ve yokuş sokaklarında o kadar çok dolaştık ki artık vaz geçmişken bulduğumuz şeyin Botanik Bahçesi olduğunu anlamadık bile. 
Bu şehirde her şey Çaykur’un katkıları ile yapılmış. Bu bahçe de Çaykur’un işlettiği bir yer. Aslında mesai saatleri içinde gelseydik çayın yapılışını da görebileceğimiz yerleri mevcut. Bahçede aslından 40’dan fazla çeşit ağaç varmış. Ama çok dar bir alana sığdırılmış. Gezmeye başlamızla bitmesi bir oluyor. Belki de gördüklerimizi anlatan biri olsa çok daha farklı olurdu. 
Merdivenle çıkılan üst kısmında çay bahçesi var, doğal olarak. Servisi biraz yavaş ama Rize’ye yukarıdan hakim, yeşillikler içinde bir manzarada çayınızı içiyorsunuz. Bir kısmımız yeşil çayı denedi ve farklı buldu, bu sayede bahçenin girişinden de çay alışverişi yapmış olduk. Sadece Rize’nin hediyelik çayının başka bir yerde satılmadığını ve özel bir harman olduğunu söyledikleri için onu ve yeşil çayı aldık.
   Akşam kalacağımız otel Çayeli’nde.Nasıl bir yerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. O yüzden akşam yemeğini Rize’de yedik. Yemek için de bir taksiciden yardım aldık. Karadeniz insanları çok yardımsever. Herkes size hemen yardım etmeye çalışıyor. Çok espirili insanlar. “Burada size göre yemek yenilecek yer Huzur Restaurant” deyip bize yerini ayrıntısı ile tarif etti. Çok da memnun
 kaldığımız bir yer oldu. Çarşı merkezinde olduğu için bulması kolay olan bir yer. Servisleri çok hızlı. Orada neler mi yenir? Herşey güzel. Daha içeri girerken gözümüze çarpan Trabzon peynirli pidesi bir harikaydı. 

Kapalı pideyi burada çok güzel yapmışlardı. Klasik bir et yemeği ama lezzetliydi.

   Bu arada mutfağa yakın oturmuşuz. Bir de baktık, tepsi tepsi sütlaçlar gidiyor. Üzerinde de hemen hemen bir avuç fındık. Göz hakkımız deyip onu da istedik. Emin olun ki Hamsiköy sütlacından daha güzeldi. Burayı şiddetle tavsiye ediyorum.

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir